![]()
(1) 2009-2010 gibi İtüsözlük'te yazar hesabım vardı. Orada bir gözlemde bulunma fırsatım olmuştu. İtüsözlük (şimdiki adıyla instela) platformunda yazılan her bir giri için artı ya da eksi oy vermek mümkündü. Yani, Facebook'ta olduğu gibi yalnızca "beğen" düğmesi yoktu. Dilerseniz eksiye de tıklatabiliyordunuz. Ne zaman mutlu olduğunuzu belli eden bir paylaşım yapsanız eksiyi yerdiniz. Kimse gerçek kimliğiyle değil fakat herkes rumuzuyla orada olduğundan ve üstelik eksi ya da artı oy kullananın rumuzu dahi ortaya çıkmadığından, herkes daha bir içinden geldiği gibi davranıyor, mutlak anonimliğin verdiği güven içerisinde hareket ediyordu. Mesela "sözlük yazarlarının itirafları" başlığında kendisini kötü, zayıf, üzgün veya pişman gösterenler artı oyları topluyor, hayat dolu, neşeli veya güçlü görünenlerse durmaksızın eksileniyordu. Sevilmek mi istiyordunuz? "Malın tekiyim" demeniz yeterliydi. Sanırım bu insan doğasına özgü, içgüdüsel bir tutum. Karşımızdakileri birer rakip olarak görüyor ve onları güçlü görmek yerine zayıf kalmalarını tercih ediyor, başkasının mutluluğunu kıskanıyoruz. Kökenlerde, derinlerde yatan mevzular. Bilinçaltındakileri bilince çıkarmak mümkündür de bilinçdışımıza dair hiçbir şey bilmeyiz. Kim bilir, anonim olduğumuzdan mutlak anlamda emin olduğumuz, kendimizi tamamen rahat hissettiğimiz mekânlarda nasıl davranırdık? Belki de sanal kimlikler kişinin gerçek kimliğidir. Sanal mecralarda, yüzündeki maske sayesinde asıl benliğine kavuşup, kendisi olabiliyordur. Gerçek gündelik hayatta ise, kişi, görünmeyen bir maskeyle dolaşıyor ve bilerek ya da bilmeyerek rol yapıyordur belki de -iş, okul, aile hayatında.
(2) Bir de Ursula'dan bahsedecektim. Ursula Le Guin'i sevme nedenim, öykü ve romanlarında alenen ortada olan deniz ve ada takıntısı. Ada yalnızca coğrafî bir oluşum değil, aynı zamanda psikolojik bir metafordur. Bağlılıklardan muaf olma, yalıtılmışlık hissi, uzaklaşma arzusu ve kaçış. Ada hem modernitenin kurum ve cemiyetinden, hem de feodalitenin cemaat ve kan bağından kopuştur. Köprülerin atılmasıdır. Sıkıcı uygarlığa karşı ilkel bir cennet, kıtalardan uzak kaldığı için dokunulmamış, dolayısıyla bozulmamış bir kara parçası. Bir mutluluk vaadi, adeta bir ütopya. Mercan adaları yeryüzündeki en bereketsiz topraklar olduğu hâlde kimse kasırgaların koptuğu, nezle, grip ve başka hastalıkların gırla gittiği, soğuktan tir tir titrediğiniz bir ada canlandırmaz kafasında. Hava hep güzel, deniz berrak, ağaçlar hep meyve dolu, toprak bereketli, insanlar hep güleryüzlü ve mutlu olmalıdır. Ursula ile empati kurabildiğimi düşünüyorum; zira kendisinde de ada ve deniz takıntısı var. Bugün okuduğum "Şeyler" adlı öyküsünü de beğendim bu sebeplerle. Öte yandan, ütopyaların hep sıkıcıyken distopyaların heyecan verici ve merak uyandırıcı olduğunu da kabullenmek gerek. Tam da bu yüzden Dante'nin İlahi Komedya'sının en çok referans verilen ve en kalın cildi Cehennem'dir.
Sabahları erken kalkmak gibisi yok. Yaz mevsimini nasıl sevmeyelim? Günler uzun, yüzebiliyoruz, ince giyinebiliyoruz. Hepsi bir yana bütün gün pencerelerin açık durabilmesi harika değil mi? Oh, mis gibi temiz hava :)
(3) Her politik olay algı operasyonuna öylesine maruz kalıyor ki herkes kendi işine geldiği gibi büküyor olguları. Özellikle Ortadoğu'da olup bitenler iyice algı savaşına döndü. Herhangi bir olgu, algı operasyonunun süzgecinden geçmeden bizlere ulaşmıyor. IŞİD, PYD vs. konularında hiçbir habere itimat etmemek lâzım. Sosyal ağlarda önüne gelen herkes fotoğraf paylaşıyor. Oysa fotoğraf bugün nesnel bir belge olarak geçerliliğini çoktan yitirmiş durumda. Aynı fotoğrafın altına bambaşka haber ya da yorumlar yazmak mümkün. Beraberinde verilen metin bizim algımızla oynarken ve fotoşop denen korkunç bir gerçeklik varken, günümüzde fotoğraf suiistimâle en açık belge türü. Hani "Son Hava Bükücü" diye bir anime vardı ya, sosyal ağlarda dönen algı operasyonlarına bakınca, medyanın bugün "Son Hakikât Bükücü" olduğuna kanaât getiresi geliyor insanın.
(4) Ne olacak Yunanistan'ın hâl-i pür melâli? Kimilerinin umduğu gibi sosyalist bir devrim mi gerçekleşecek? Bana kalırsa imkânsız. Olsa bile sürdürülemez ve etkisiz kalır. İktisadî sistemlerin değişip kalıcılaşabilmesi için başlangıcın zengin ülkelerde olması gerekir. Karl Marx, proleter devrimi o dönemde geri kalmış Çarlık Rusya'sında değil, epey sanayileşmiş olan İngiltere'de bekliyordu. Bugün Dünyada ciddi anlamda bir dönüşüm gerçekleşecekse bu ABD'de başlayabilir. En azından şu ana dek okuduklarımdan böyle bir çıkarım yapabilirim.
Sol cenahın makro-ekonomi konusundaki ciddiyetsizliğine hayret ediyorum. Postmodernite ile birlikte büyük-anlatıların çöktüğü anlayışının yarattığı bir etki olsa gerek, makro-ekonomi iyiden iyiye Sol'un gündeminden çıktı. Varsa yoksa kimlik politikaları, LGBT, hayvan hakları, ekoloji, veganizm vs. İyi, güzel de, ekonomiye dair ne diyorsun? Bir gün Sol bir partinin İstanbul Büyükşehir belediye başkan adayını izlemiştim. CNNTürk'te Cüneyt Özdemir'in konuğuydu. Kadın "halkların kardeşliğini esas alan bir belediyecilik anlayışı güdeceğiz" gibi slogan nevinden sözler ediyordu. Cüneyt Özdemir'i bilirsiniz, toleranslı birisidir. Sabırla dinledikten sonra -kesinlikle köşeye sıkıştırmak amacı gütmeden- birkaç soru sordu. Konuğumuz, İstanbul'un su sorununu nasıl çözecekti? Elindeki rakamlar nelerdi? Projeleri, önerileri nelerdi? Yanıt malûm: "Halkların kardeşliğini esas alan belediye anlayışı olunca bu sorunlar çözülecek"(!) Özdemir'in yüz ifadesindeki hayal kırıklığını unutamıyorum. Koskoca İstanbul'u yönetmeye talipsin, azıcık hazırlan da gel bari.
Yunanistan'da neler olur? Şahsen borsa, GSMH, cari açık vs. bunlardan anlamadığım için bilmiyorum :) Göreceğiz.
(5) Avcı-toplayıcı yaşam, Neolitik çağ ile birlikte tarım toplumuna geçiş, semavi dinlerin doğuşu, çok uzun süren feodal evre, bereketli topraklar için yaşanan göçler ve savaşlar, merkantilist ekonomiyle tüccar sınıfın yükselişi, Rönesans, Reformasyon, sanayi devrimi, Aydınlanma, Fransız Devrimi, aristokrasinin ve imparatorlukların sonu, iki Dünya savaşının önünde ve sonunda ortaya çıkan sosyalist devletler, SSCB'nin yıkılışı ve nihayet bugün her yerde egemen olan küresel kapitalizm çağında bir kuyruklu yıldıza inebilen araçlar yapan bilim insanları ve elinin altında internet olan sıradan insanlar.
Kim bilir bir sonraki adım ne ve gelecekte bizi neler bekliyor.
Tamer Ertangil.