Yaşlılarımız yalnız ve mutsuz. Canları sıkılıyor. Tek başına yürüyen, iş olsun diye bir yerlere gidip gelen, sohbet başlatmaya çalışan yaşlılarımız. Balık alırken başıma geldi en son. Nisan’dı galiba. Çinekoplar küçükmüş, sarıkanat almak lazım, lüfer zaten kalmadı, sardalyanın mevsimi değil filan derken konu konuyu açtı ve yetmiş beş-yetmiş altı yaşlarındaki amca koluma girip “gel sana çay ısmarlayayım” diye ısrar etmeye başladı. Hep balık alırken değil tabi ama birkaç kez başıma geldi bu durum.
Yaşlılarımız tek başına kalmayı muhtemelen tecrübe etmemişler. Erken evlenmişler muhtemelen ve eşleri kendilerinden önce ölünce dımdızlak ortada kalıyor, ne yapacaklarını şaşırıyorlar. Üniversite okumamış, ailesinden ayrı kalmamış, tek başına ev tutup bir odada kendisiyle baş başa kalmamış kişi, bir ömrü birisiyle paylaştıysa, o kişi hayata veda edince gerçekten şoka uğruyor. Kimisi o yaşta hemen evleniyor tekrar. Bunda yaşlı erkeklerimizin yemek yapmak gibi temel becerileri edinmemiş olmasının ve “hizmet görme” alışkanlığının da payı var tabi.
İki çözümü var bu işin. Birincisi bireyin kendi sorumluluğunda. Koca bir ömrü hiçbir ilgi alanı geliştirmeden geçirmemeliyiz. Uğraşacağın, vaktini dolduracak, severek yapacağın bir iş olmalı. Hobi. Artık kitap mı okursun, bahçeyle mi uğraşırsın, ahşap mı oyarsın, orası sana kalmış. Yaşlılığımızda her zaman sohbet edecek birisini bulamayacağız. İnsanların işi gücü olacak. Sohbetimize eşlik edemeyebilecekler. O yüzden kendimizle başbaşa kalmaya antrenmanlı olmamız lazım.
İkincisi dernekleşme. Almanya’ya proje vesilesiye gitmiştik. 2014’te. Hafta boyunca çalıştık ve Cuma akşamı veda gecesi düzenlendi. Programda konser verileceği yazıyordu. Konseri kim verdi dersiniz? En genci altmış beş-yetmiş yaşlarında, kimisi seksenlerinde olan yaşlı amcalar. Adamlar boş durmamış, “yok olmaya yüz tutmuş Alman denizci türkülerini (halk şarkıları) yaşatma derneği” kurmuşlar. Karşılarında ortaokul öğrencileri. Ama nasıl da ciddiye alıyorlardı bu işi, bir görseniz. Enstrüman çalanlar ve vokaller. İşlerini ciddiye alıyor, profesyonel davranıyorlardı.
Türkiye’de de buna ihtiyacımız var. Tarım toplumunda olduğu gibi cemaat (gemeinschaft) değil de, kentli bir örgütlenme biçimi olan cemiyetlere (gesellschaft) ihtiyacımız var. Herkesin kendine uygun bir ilgi alanı vardır. Ona göre bir yerlere üye olup çalışmak, üretmek, uğraşmak lazım. Aksi hâlde yaşlandığımızda yalnızlıktan ve can sıkıntısından dışarıda, alışverişte veya bankta otururken, laf atıp sohbet başlatacak birilerine bakınmaya mecbur kalacak, arkadaşsızlığımıza üzülecek, insanları vefasızlıkla suçlayacağız.