Yıllar önce, arkadaşlarını arkadaşlarıyla tanıştırmayan insanların çekinceli olduklarını okumuştum. “Aha!” demiştim, ben de mi öyleydim yoksa? Neden aynı anda bir-iki kişiden fazlasıyla bir arada olmayı sevmiyordum? Neden sakınımlıydım böyle? Arkadaşları arkadaşlarla mı tanıştırsaydım yoksa? Yok. Zamanla anladım ki bir ortamda üç kişiden fazlası varsa ve ortamdaki kişiler yüksek sesle konuşuyorsa, aman diyeyim, başım ağrıyor. Kaldırmıyor kafam.
Akşamüstü eve döndüğümde kafam demir gibi ağırdı. Yattım uyudum. Uyanınca MEB'in “eşsiz” projesiyle uğraştım: Özdeğerlendirme. Okulda yapamıyorsun çünkü tüm Türkiye yüklendiği için sistem tıkanıyor. Tüm iyi niyetimle soruları yanıtlamaya başladım. Spesifik olmalıymışım. Net cevaplar vermeliymişim. İyi de sorular genel, spesifik olmaktan uzak yani. Bir tanesinde iş sağlığı için ne gibi çalışmalar yaptığımı soruyordu. Yabancı dil öğretmeni olarak iş sağlığı için ne yapmış olabilirim Alla'sen? Bana alanıma özel, spesifik diyorsun ya hani, öyle sorular sorsana? Hadi edebiyat parçaladım diyelim. Ağzımız laf yapıyor. İyi de, iş sağlığı konusunda kanıt istiyor bu kez. Tamam, kanıt da bulur ya da üretirim. Tamam ama bu gibi, gerekliliğine ikna olmadığım, iş olsun diye, “yazın da çalıştıralım bunları” diye yaptırıldığına inandığım işleri yapmaktan esef duyuyorum. Yararına inansam çok daha uğraştırıcı işler bile dokunmaz; ama bomboş olunca zulüm gibi geliyor.
Aman, kişisel dertlerimden size ne, değil mi? İşi bitirince kahve yapıp oturdum Nietzsche’nin Deccal’ini okumaya. Ve bitirdim. Nietzsche’nin en çok yabancı tabir kullandığı kitabı olsa gerek. Fransızca, İtalyanca, Latince, Yunanca, İngilizce tabirler. Aere perrennius, dies nefastus, ephexis, folie circulare vs. Ben artık hemen hemen tüm tabirleri anlıyorum. Çevirmen notlarının çoğuna bakmıyorum. İngilizce dışında bir yabancı dilim var mı? Yok, yani eh, çat-pat; ama var demem. Gelgelelim anlıyorum. Felsefe okurları Yunanca ve Latince tabirleri anlar. Nietzsche bütün bunları kullanırken açıklama zahmetine girmiyor. Bence çevirmen de açıklamamalı, olduğu gibi almalı. Okurun da sorumlulukları var. Araştırsın, sözlük kullansın, kendini geliştirsin.
Türkçe aşığı olsam da, bir keresinde Türkçe karşılık üretmekte zorlandığım bir tabiri İngilizce kullandım da, ukala bulundum. İlgisi yok hâlbuki. Felsefe kozmopolit bir etkinlik. Entelektüel konular bunu gerektiriyor. Fin de siecle tabiri yerleşmişse kullan gitsin. Senin okurların zaten küçücük bir kitle. Allah aşkına, Gadamer, Ricoeur, Blanchot ve Girard çevirilerini ciddi ciddi okuyan kaç kişiyiz Türkiye’de? Birkaç yüz civarıdır emin olun. Girin Kitapyurdu’na, Ricoeur’un Yoruma Dair’i 2007’den beri tükenmemiş. 86 satış. Marjinal olduğumuzu kabullenelim. Felsefe popüler olmadı, olmayacak. Okur kendini geliştiriyor bu yüzden. Latince bilmiyorum ama Latince tabir görünce sözlüğe bakmadan anlıyorum artık. Anlıyoruz. Nietzsche ve diğerleri sağolsun. Zamanla oluyor bu.
Bellum omnium contra omnes!