Olması gerekene bakarak olanı yargılamak mutsuzluk sebeplerinden birisi. Olanı olduğu gibi kabullenince her şey yerli yerinde görünüyor. Yaya geçidinden geçen kadınla iki kızını bir otomobil ezip geçiyor. Normalde, olması gerekene bakarak, yaya geçidinde araçların durması gerektiği düşüncesiyle mevcut duruma karşı duyduğumuz hoşnutsuzluğu dillendirmemiz gerekir. Bir başka olayda, yaya geçidinde durup yayaya yol veren bir araç zincirleme kazaya sebebiyet veriyor. Bunlar bireysel bazda çözülemeyen işler. Sen dursan ne olur? Arkadaki araçlar durmayıp sana çarpıyor bu sefer. Yayaya iyilik yapayım derken onun hayatını da tehlikeye atmış oluyorsun.
Mevcut durum bu. Olan bu. Belki de olanı değil, ideal normları değiştirmeli. Olması gerekeni bir kenara bırakıp, olanı norm kılmalı. Hume haksız olabilir. Olması gerekene bakarak olanı yargılamaktansa, olandan olması gereken çıkartabiliriz pekâlâ. Türkiye’de yaya geçitleri tümden kaldırılsın mesela. Zaten bir işlevi yok. Toplumda bir karşılığı yok. Neden olmasın? Bu da bizim kendi normumuz olur. Gerekli gereksiz her vakit havaya ateş açanları düşünelim. Suç mu bu? Suç. Kim takıyor? Kimse. Yanlışlıkla ölenler olsa da bu alışkanlık değişiyor mu? Hayır. O hâlde belki de bunu norm addetmeli. Belki de vatandaşımız başkalarının kendisinden korkmasından haz duyuyordur. “At, avrat, silah! Bu benim kültürümde var kardeşim. Batı’nın normlarını bize dayatamazsınız!” diye düşünüyor, doğru ya da yanlış, olanın, mevcut durumun devamını arzuluyordur. Olamaz mı?
“Hayır! Olması gerekeni esas almalı, eğitimle, olanı itekleyerek olması gerekene doğru devindirmeliyiz” denebilir. Zaten hep denen de budur. İdeal bir düzen vardır. İdeal olan iyi olduğu için, nesnel bir iyi olduğu için herkes onun iyi olduğuna ikna edilebilirdir. İdeale bakarak gerçekliği yorumlamalı, gerçekliği ideale benzetmek için elimizden geleni yapmalı, farkındalık kampanyalarıyla duyarlılıkları arttırmalıyızdır. Ne kadar işe yarar? Pek etkili görünmüyor. Farkında olmasına farkındayız ama pratikte değişen bir şey yok. Bireyciliğin farklı bir türevi gelişti bizde. Olan bitenden giderek daha az etkilendiğime göre kendimi de katabilirim bu bireyleşmeye. Başkalarına mesafeli, tercihlere saygılı, zarar vermeme ve rahatsız etmeme eksenli bir bireycilik değil de, “benden sonra tufan!” anlayışının egemen olduğu başka bir versiyon yürürlükte olan.
Olması gerekenin nesnel hakikatini bir kenara koyalım. Konu ne olursa olsun tartışacak olsak, akıl yürütmemizi rasyonel gerekçelerle, hipotezimizi ise empirik verilerle, kanıtlarla destekleyip ortaya sunsak yine elde var sıfır; çünkü bu akılcı iyimserlik, muhatabının rasyonel bir birey olduğu ve sırf aklederek ikna olabileceği inancını önvarsayıyor.
Sokrates diyaloğunda yaşamıyoruz. Karşında ikna olma eğiliminde olmayan, makûl olmayan bir muhatap olduktan sonra dünyanın en makûl argümanını da sunsan etki etmiyor.