Sosyal ağlarda insanlar yine kendileri gibi olan kişileri takip ediyor. Birbirini onaylayan, birbirine hak veren, birbirinin ne diyeceğini önceden bilen kişilerden oluşan arkadaş listeleri kapalı birer çember oluşturuyor. İnsanlar dahil oldukları çember içerisinde küçük bir sapma gördüklerinde, karşısındakini taraf değiştirmekle itham edebiliyor. Hep onaylandığın ve daima iman tazelediğin bu ortamlar, kafada yerleşmiş şemaya aykırı giden bir görüşe karşı kişiyi tahammülsüz kılıyor.
Hükümetin kimi uygulamalarını eleştiren birisiyim; bu eğitim olur, ekonomi olur, dış politika olur, insanların görüş beyan etmekten çekinmeleri (oto-sansür) ya da başka bir şey olur: Bu görüşlerimi okuyan ve hak veren kişiler, nükleer santrale taraftar olduğumu yazdığımda ya şaşırıyor, ya öfkeleniyor ya da derhal itiraz ediyor mesela. Çünkü ya siyahsındır ya beyaz; ya çemberin içindesindir ya da dışında. Çemberin içindeysen tüm söylediklerin çemberin dışındakilere karşıt gitmelidir. Facebook yine idare eder. Twitter’da en ufak bir sapmayı kaldıramayan insanların sayısı çok daha fazla. Twitter kullanıcıları bilir: Herkesin herkesi blokladığı/engellediği bir ortamdır. “Ne demiş söylesene, bende bloklu olduğu için göremiyorum da :/” ifadesine sık sık rastlarsınız.
Farklı görüşleri olan insanlarla konuşmak ve onları ikna etmeye çalışmak hâlâ işe yarar bir yöntem. Farklı görüşleri benimsemiş kişilerle hiçbir irtibatın, hiçbir temasın yoksa, görüşlerini tebliğ etmiyor, itirazları dinlemiyorsan, kimi, nasıl kazanacaksın ki? Twitter’da, zaten tek başına iktidar bir hükümet varken 24 Haziran erken seçiminin bir gerekçesi olmadığını söyleyen birisine, “evet, hükümet tek başına iktidar ama yeni sistem yürürlükte değil. Erken seçim için gerekçeleri yeni sistemin bir an önce yürürlüğe konması” demiştim. Bunu doğru ya da yanlış bulduğumu söylememiş, sadece gerekçeyi söylemiştim ve bu kişi beni bloklamıştı.
Kendimizden yola çıkarak kimi normlar ortaya koyuyor ve o normlara uymayan, daha doğrusu tercihleri bizden farklı kişileri norm-dışı, anormal ve giderek “psikolojik olarak rahatsız” olmakla itham ediyoruz. Başka bir çembere dahil olanlar da bizi anormal görüyor ve bu böyle sürüp gidiyor.
Bu sebeplerle, sosyal ağların sanıldığı kadar etkili olmadığına ve ana akım medyanın ve televizyonun hâlâ güçlü olduğuna inanıyorum. Buralarda ancak birbirimizi avuturuz. Avutalım, tamam. Kendimiz gibi olanlarla yakınlaşalım -buna da temelde itirazım yok. Gruba aidiyet duygusu içgüdüsel bir gereksinimdir ve sağlıklıdır belki de.
Yalnız, aynı görüşleri paylaşan kişilerin oluşturduğu bu sanal cemaatler gerçeklikten kopmaya sebep olabiliyor. Gerçeklik, kafamızdaki şemaya oturmuyorsa, mevcut şemayı güncellemeyi, onun üzerinde kimi değişiklikler yapmayı değil, gerçekliği inkâr etmeyi yeğliyoruz. Gerçeklik bizim istediğimiz gibi değilse, bizim istediğimiz gibi bir gerçekliğin varolduğuna inanan insanlarla bir aradalıklar kuruyoruz ki birbirimizi doğrulayıp duralım.
Bunda ölçüyü kaçırmamak lazım.