Sivas Katliamı olduğunda onbir yaşındaydım. Dün gibi hatırlıyorum. Bu olay bir nevi milattı. Çocuk aklımla da olsa bir şeylerin farkına varmıştım: Türkiye’de kimseye saldırmasan da saldırıya uğraman mümkündü. Dikkatli ve güçlü olman gerekiyordu. Çocuktuk ama olan biteni görüyorduk. Okuldaki din dersinde hoşgörüden bahsedilmesine rağmen insanların kollarını havaya kaldırarak, çatık kaşlarıyla tekbir getirdiğinde ürktüğümü, korku filmi izler hissine kapıldığımı hatırlıyorum. Belki de kendilerinden korkulması hoşlarına gidiyordur, bilemem; ama şunu biliyorum ki bugün birisi çıkıp ortalık yerde tekbir getirse, çevresindekiler ya kendilerini masa altına atar ya da koşarak oradan uzaklaşır.
Sivas Katliamı öncesinde entelektüellerin hangi bildirileri sunduğunu bilmiyorum. Tek tek bakmaya gerek de görmüyorum. Tüm konukların “şurada ateizm propagandası yapalım da Sivaslıları İslam’dan soğutalım!” diye düşündüğünü sanmam. Panelin tüm bildirilerinin aynı konuda olduğunu da sanmam. Kaldı ki “tahrik ettiler!” veya “ateizm propagandası yaptılar!” gibi gerekçeler geçersiz. Bir kere sen bir ülkede çoğunluksan, ülkenin büyük çoğunluğu Müslümansa madem, rahat olmalı, kendini tehdit altında hissetmemelisin. Diyelim Çin’de, onca insanın içinde bir avuç Müslüman olsaydın daha hassas olmanı anlardım. Azınlık olduğundan tehdit altında hissetmen anlaşılır olurdu. Ne var ki Türkiye’de böyle bir durum yok. Çoğunluksun ve tuhaf bir şekilde çoğunluk olarak sürekli hoşgörü ve saygı talep ediyorsun. Asıl bir zahmet, tam tersine, çoğunluk olanın daha az sayıda olana karşı hoşgörülü olması, saygınlığını ise kendisinin kendi davranışlarıyla inşa etmesi gerekir. Saygı öyle “saygı duyacaksın ulan!” diye insanları sıkboğaz ederek, tırnaklarını geçirip kopartarak alınan bir şey değil. Ben olsam saygıyı talep edeceğime, “bunca çok olmama rağmen saygınlığımı nasıl yitirmişim?” diye sorardım kendime.
Saygıdan yalnızca kendisine saygıyı, hoşgörüden yalnızca kendisine hoşgörüyü, özgürlüktense sadece kendisine özgürlüğü kasteden bir anlayışın tebliğ deyince de yalnızca kendisine ifade hakkı tanıması olağan. Kendisine tebliğ adı altında başkasına karışma hakkını bahşeden bir anlayış bilmeli ki başka anlayışlar da kendilerini tebliğ edebilir. Ben fikirlerimi yayabileyim, ama başkası yayılmaya kalkarsa “Müslüman mahallede salyangoz sattırmayız!” diyerek baskılarız diye düşünmek, El-kaide’ye, Taliban’a ve Işid gibilerine giden yolun ilk adımlarını atmak anlamına gelir. Müslüman olmayan coğrafyalarda insanları İslam’a davet etmeyi kendine hak görüyorsan, Müslüman coğrafyalarda başkalarının seni İslam dışı inanç ve fikirlere davet etmesi de bal gibi haktır. Hem de en doğalından.
Henüz bu anlayış değişmediği için Madımak'ın tekrarlarının yaşanma riski maalesef hâlâ mevcut.