İnsan bazen arkadaş çevresinin onayını alacak şeyler söylemeye kapılıyor. Konforlu bir alan çünkü. Dünya görüşleri birbirine az çok yakın olan insanlar benzer şeyler söyleyip safları sıklaştırırlar. Tabi bazen dayanamayıp tersine gittiğin olur ve o zaman muhalif denen kitlenin de pek o kadar matah olmadığı gerçeğiyle yüzleşirsin.
Dün Twitter’da Turizm Bakanı’nın eşinin bir paylaşımını çok sert bir yorum eşliğinde gördüm. “Ya” dedim, “kusura bakmayın da bu fotoğraftan o yazdıklarınız çıkmaz.” Biraz zorlama olmuş. Büyük büyük sözler, kesin yargılar. Ben fotoğrafta el öpen kızla şakalaştıklarını, işin içinde bilmediğimiz bir eğlencenin olduğunu hissettim. Bunun üzerine bana cevap veren muhaliflerden birisi demiş ki “profilinde felsefe kitabın olduğu yazıyor, bence sen git masal kitabı yaz” :) Bir büyüklenmeler, laf sokmalar, kendince beni aşağılamalar. Neden? Önemsiz, yarın unutulacak bir konuda kendi görüşünü söyledin, “arkadaşlar biraz abartmıyor musunuz?” nevinden itiraz ettin diye.
Yaka silktiğim bir başka konu ise insanlardaki acıseverlik. Solda daha yaygın bu. Yan yana gelmeyecek, birbiriyle ilgisi olmayan, birbirini koşullamayan iki olayı zorla birbirine bağlayıp, “böyle böyleyken nasıl böyle böyle yaparsınız” demeleri. “Senegal’de maden kazası olmuş, siz burada bayram kutluyorsunuz”, “Atanamayan öğretmenler intihar ederken siz burada kahkaha atıp sohbet ediyorsunuz”, “Biz burada yemeğimizi yerken Afrika’da çocuklar aç” tarzında, o an ortamdaki neşeyi alıp götüren, vicdana, suçluluk duygusuna çağıran ve suratların asılmasına sebep olan bir tuhaf muhaliflik. Ben sevmiyorum böyle tutumları. İnsanın enerjisini alıp götürüyor. Dünya daha iyi bir yer olacaksa bunun için umut lazım. Ben acı ve hüzünden başka bir şey bilmeyen, hep karamsar duran kişilerin yanında umudumu yitiriyorum. Yüreğim ağırlaşıyor, içim sıkılıyor.
Türkiye’nin ya da Dünya’nın herhangi bir köşesinde yaşanan acıların o anki neşemizden ötürü suçluluk duymamızı gerektirdiği fikrini aşırı buluyorum. Kategorik, ödünsüz bir tavır. Bir de Camus ve Marx gibi adamlara referans veriyorlar. Onlar da kahkahayı patlatırdı emin olun. En karamsar yazarlardan Thomas Bernhard’ın söyleşilerine bakın, adamın yüzü gülüyor. Edebiyat ve felsefe acıyı işleyebilir; bu demek değil ki insan acıdan ibarettir. İnsanın binbir çeşit yönü var.
“Tacizin, tecavüzün, hastalıkların, ölümlerin, savaşların olduğu bu Dünya’da 23 Nisan’ı (Anneler Günü'nü, Yılbaşını vb.) kutluyorsunuz!” gibi ifadeler bana kibirli de geliyor. Yani bir sen farkındasın Dünya’da olan bitenin ama şu üç günlük Dünya’da zaman zaman edindiği neşeli hâllerin tadını çıkartanlarsa hep salak. Bir sensin akıllı. Bir sensin farkındalığı yüksek olan.
Özellikle solda daha çok gördüğüm bu tutumlara kendimi yakın hissetmiyorum. Bir tanıdığım böyle yaşamaktan gülümseme yetisini yitirdi. 7/24 kaşları çatık geziyor. Spinozacılık mı dersiniz, güleryüzlü sosyalizm mi dersiniz, bilmiyorum; ama başka bir yol olmalı.