Otobiyografileri sevdiğimi daha önce söylemiştim. Belki bir çeşit magazinciliktir, özel yaşamlara dair bir merak, bir dedikodu ihtiyacıdır. Sebebini kurcalamadım ama seviyorum işte.
Orhan Pamuk’un okuduğum ilk kitabı Beyaz Kale idi. Bana göre ortalama bir kitaptı. Yıllar sonra Yeni Hayat’ı okurken, kendimi ne kadar sevmeye ve odaklamaya zorladıysam da hafakanların basmasına engel olamıyordum. Geçen yıl Kar’ı okudum. Sevdim aslında. Yeni Hayat’a dair hiçbir şey hatırlamıyorum ama Kar’daki tüm karakterleri ve çoğu olayı hatırladığımı söyleyebilirim. Yine de, iki yüz elli sayfayı aşmasaymış daha iyi olurmuş.
Derken geçenlerde İstanbul: Hatıralar ve Şehir adlı kitaba başladım. Adı üstünde, İstanbul üzerine olan bu kitap Pamuk’un şehre dair hatıralarından oluşan, tamamen diyemeyeceğim ama kısmen otobiyografik bir eser. Kapağında kendisinin çocukluk fotoğrafı olduğu için çocukluğundan bahsedeceğini de biliyordum. Otobiyografi sevdiğim için başladım ve 360 sayfa kadar olan bu kitabı zevkle okuyup bitirdim.
Kitapta çocukluk yıllarını öyle güzel anlatmış ki, nesnel gerçekliklerle öznel yaşantılarını, başka bir deyişle, dışarısı ile dışarısının onda bıraktığı izlenimleri öyle güzel dengelemiş ki, bazı yerleri okurken “işte bu!” duygusuyla, olmuşluk, tamamlanmışlık duygusuyla doldum. Çocukluk anılarına ara ara ara verip İstanbul’a dair başka yazarların yazdıklarından bahsetmesi de güzel olmuş ama, eh, o kısımlara daha az, kendi yaşantılarına ise daha çok yer verse tadından yenmezmiş.
Çocukluk ve ergenlik yılları, kendini dünyanın merkezinde görmesi, sürekli öğüt veren annesi, hep gezmelerde olan babası, didişip durduğu abisi, aile büyükleri, İslam’ı kendince yaşayan, mesela oruç tutmayan ama kurbanda koç kesip yoksula dağıtan, daha ziyade laik ve Avrupaî bir yaşam tarzını haiz ailesi, resim merakı ve bu merakının resimden ziyade başkaları tarafından onaylanma arzusunun bir yansıması olması, nihayet lise yılları, ilk aşk ve kapanış.
Pamuk’un hayatında en hoşuma giden yön ise zengin bir aileye doğmuş olması oldu. Dedesinin bıraktığı, babasının ve amcasının iş kura batıra bitiremediği miras, konak hayatı, evde hizmetçi, aşçı vs. çalışıyor olması, küçük Orhan daha rahat resim yapabilsin diye Cihangir’deki diğer dairenin anahtarının ona verilmesi, Pamuk Apartmanı vs. Zenginlik görelidir ve elbette Pamuklar bir Koç ya da Sabancı değildi. Doğru; ama Pamuk’un varlıklı bir aileye doğmuş olduğu da apaçık.
Zenginlerin tasasız hayatlarını okuyup izlemeyi hep sevmişimdir. Temel İçgüdü filmi vardır mesela; meşhur. Onu o zengin yaşamı, devasa, deniz manzaralı, bol camlı, bahçeli ve havuzlu müstakil evleri ve lüks otomobilleriyle bambaşka bir yaşamı resmettiği için tekrar tekrar izlemiştim. Mis gibi, huzur veren tasasız yaşamlar.
Zenginlik derken ölçütüm çalışmak zorunda olmamaktan, “yarın kaygısı” duymamaktan ibaret tabi. Duymaktan en haz aldığım cümle şudur: "Kendisine yüklü bir miras kalmıştı."
Pamuk’un okuyacağım beşinci kitabı Kara Kitap olacak.