“İyi değilim. İyi olmayacağım. İyi olmayın.” Bu ifade ortaya çıktıktan sonra çok kez kullanıldı. Ne zaman bir yerlerde bir şeyler ters gitse iyi olmamamız gerektiği buyuruldu. İlgili ilgisiz her bağlamda, kimi görsellerin altına, kendimizi kötü hissetmemizin ahlâkî bir sorumluluk olduğunu ima eden bu ifade yerleştirildi. Olan bitene rağmen kendini iyi hissediyorsan ruhsuzun, vicdansızın teki olduğun, duyarsızın önde gideni olduğun ima edildi.
Greenpeace reklamlarına rastlıyorum: “Kutup ayıları için bir şeyler yap :(” diyor. Para yatır. Greenpeace Dünya’yı kurtarsın. “Suçlusun!” imasında bulunuluyor. Hepimiz suçluymuşuz, borçluymuşuz ve bağış yaparsak vicdanen rahatlarmışız mesajı. Üstelik iyi niyetimize hitap ederek, vicdanımıza seslenerek bizi ikna etme yoluna giden bu reklam ulusal çapta yayın yapan bir kanalda dönüyor. Başka kanallarda da dönüyordur muhtemelen. Masraf büyük.
Dolmuşta sabah haberlerinde Antalyalı çiftçinin domatesin fiyatına isyan ettiği söyleniyordu. Aslında isyan değil de, daha çok vicdanlara seslenme taktiği yine. “Kul hakkından” bahsediliyordu. Bir liraya domatesi almak vicdanlara sığarmıymış. Diyelim ki sığmadı. Ee? “Vicdan” ve “kul hakkı” gibi ifadeler, ekonomi politikalarıyla ilgili bir sorun için HİÇBİR anlam ifade etmiyor. Bomboş laflar. Üstelik sorun bu şekilde ahlâkileştirilerek özünden kopartılıyor. Ne çok AVM açıldığına dair bir başka haber duyuyorum mesela. Bir şeyler yapmak lazımmış. Pardon da ne yapacaksın? Ekonomik sistem kendi iç dinamiklerini yaratıyor. Küçük esnaf ve zanaatkârın finans-kapital karşısında mağlup olması kaçınılmaz. AVM’ler ancak müşteri çekemezse kapanır. Talep olduğu sürece yüzlercesi daha açılabilir. Ekonomik sistem böyle ve bu devasa mekanizma bizim küçük rahatsızlıklarımızı, estetik kaygılarımızı ve ahlâkî suçlamalarımızı umursayacak değil.
Ahlâkileştirme ve “suçlu olan biziz” duygusuna oynama konusundaki en uç örnek “biz bu sofrada güle oynaya yemek yerken Afrika’da çocuklar açlıktan ölüyor” gibi cümleler. Doğrudur. Ama suçlu olan biz miyiz gerçekten de? Tek tek bireyler mi? Ay sonunu getireyim, kullanmadığım odanın ışığını söndüreyim, doğalgazı kısayım da fatura çok gelmesin diyen tek tek bireyler mi? Burada can alıcı bir nokta var: Tek tek bireyler kendilerini suçlu hissettiği vakit başka suçlu aramaya gerek kalmıyor. Madem ben suçluyum, o hâlde bir değişim talebinde bulunmama da gerek yok. Madem ben suçluyum, o hâlde Greenpeace’e ayda 100 lira gönderip vicdanen rahatlar, bonus olaraksa mevcut düzenin sürüp gitmesine onay vermiş olurum.
Bizi aşan sorunlarda bile kendimizi abartılı bir şekilde suçlu hissetmemiz asıl suçluyu gizliyor. Bu vicdancılık ve her sorunu ahlâksallaştırma eğilimi, gayet somut, sistemsel, makro sebeplere dayanan gerçekleri perdelemekten başka bir işe yaramıyor.
Bir de kendimizi iyi hissetmemizi sağlıyordur işte.